28 Şubat 2010 Pazar

Pazar günü kendimi boğmaca.....

Uzun ama upuzun bir aradan sonra ilk  defa yalnız bir  pazar günü geçiriyorum...

Sabah bu gerçeği bilerek ve hiç istemeyerek ayaklarımı sürüye sürüye kalktığım yatağımı toplamadım....

Pijama, sabahlık, kapalı perdeler, yağmurlu bir hava, solgun bir yüz, hiç çalmayan telefon, kıpırdamamak isteği gibi günlük dinamiklere sahibim bugün....( zenginlik  bu olsa gerek ! )


İstemediğim ve hayal etmediğim bir şekilde asosyal olan ruhum, tüm kemirgenler alemiyle yarışır gibi içimi, aklımı deşmekle  meşgulken ve şu an hayatımda, bugün bu odada ki tek renkli şey olan porselen, üzerinde kelebekler, saksıda çiçekler olan çay kupamdan bile medet umar haldeyim...



Kalabalıkta eğreti kalıp, yalnızken kalabalıklara karışamamanın verdiği hüzün de nerden çıkıyor bilmem?

Bir kitap açsam başkası olsam......
Ya da çıksam yeşili görsem...
Belki temizlik kızgınca, inadına, ellerimi acıta acıta..Sanki o mis temizlik kokusunu duyunca uyuşacakmış gibi aklımdaki sızıntı....


Hepsine boşverip gitsem yeşile doğru .....




( ki bakınız Can YÜCEL yine bilip,süpürmüş içimizi )



Gitmelerin Mevsimi Gidebilseydim Eğer

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,bir başka ülkeye,dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok.

Bir kendisi.
Bu yeter zaten. Her şeyi,... herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Ani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
Böyle gidiyor iste. Bir yanımız ''kalk gidelim'', öbür yanımız "otur'' diyor.
''Otur'' diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buyurunuz...